Adanalı Hanımağa 33
Benzinliğin etrafındaki araç kalabalığı çekti dikkatimi arabadan inerken. Hanımağa’nın adamları etrafta kuş uçurtmuyordu. Güven Ceylan’ın koluna girdi, önüm sıra yürümeye başladılar. Para dolu bavulu ise bir başka adam arkamdan getiriyordu.
Sorgu için müdür Habib’in odası kullanılacaktı. Hanımağa Habib’in koltuğundaydı, Habip ise ayakta. Adam para dolu bavulu masanın üzerine koyup açtı. Hanımağa paralara göz gezdirdikten sonra “Sayıldı mı hepsi, tamam mı!” diye sordu. “Hepsi tamam, hiçbir sıkıntı yok!” dedim.
Halil Ağa’nın bir milyon Dolarını hemen başka bir çantaya koydurdu ve adamlarına “Paranın başına bir şey gelmesin, söylediğim yere bırakacaksınız. Size herhangi bir soru sorulursa hiçbir şey bilmiyorsunuz, hiçbir şey görmediniz, anlaşıldı mı!” dedi. “Emredersin Hanımağam!” dedi adam ve hızla çıktı odadan.
Daha sonra Ceylan ve benim haricindekilerin odadan çıkmasını istedi. Adamlar çıkınca Ceylan’a bir süre baktı, inceledi onu. Ceylan odanın bir köşesinde put gibi dikilmiş duruyordu. Yaşananlara karşın sabırlı ve metanetli olmaya çalışıyordu.
Hanımağa masanın önündeki koltuğu gösterip oturmasını istedi. Ceylan istemeye istemeye oturdu, ben de karşısına. Hanımağa altın kaplama tabakasından bir sigara çıkarıp ikram etti, Ceylan önce almak istemedi ama sonra aldı. Hanımağa yaktı sigarasını. Sigaradan derin derin bir nefes çekti, tek nefeste bitirmek istiyormuşçasına...
Dumanını üflerken Hanımağa koltuğunda geriye yaslanıp “Eveeetttt, şimdi gelelim kuru fasulyenin faydalarına... Seni neden kaldırdım buraya getirttim, merak ediyor musun...!” diye sordu. Ceylan derin bir nefes daha çekti sigaradan ve “Babamla ilgili değil mi!” diye sordu. Hanımağa elini yavaşça masaya vurup “Zeki insanları her zaman severim!” dedi. Ardından Ceylan’ın babası Abuzer hakkında içinde küfürler de bulunan uzun konuşmasını yaptı...
Abuzer’i kötüledikçe kötüledi bu konuşmasında. Ve artık buna bir son vermenin zamanının geldiğini belirtip babası hakkında infaz emrinin verildiğini söyledi. Konuşmayı sonuna kadar sessizce dinleyen Ceylan bunu duyunca ister istemez irkildi. “Emri kim verdi!” diye sordu. “Ben verdim!” dedi Hanımağa kendinden gayet emin bir şekilde...
Ceylan dudak büktü, “Seni de yaşatmazlar, bunu bilmiyor musun!” dedi sigarasını söndürürken. “Bana dokunacak adam daha doğmadı!” dedi Hanımağa. Ceylan’ın alttan almaya niyeti yoktu, “Bu kadar iddialı konuşma, senin de işini bitirirler... Babam ortadan kalkınca her şey düzelecek mi sanıyorsun!” dedi öfkeyle.
Hanımağa geriye yaslandı koltuğunda. “Bak güzelim, bu delikanlı ayaklarını bir kenara bırak şimdi. Sen bana babanın yerini söyle, boyundan büyük laflar da etme, anladın mı!” diye diklendi. Ceylan gene karşı sözler söyleyecekti ama sonra vazgeçti. “Bilmiyorum nerde olduğunu!” dedi. Hanımağa derin bir nefes alıp verdi, “Sen bana baksana, beni salak mı sanıyorsun!” dedi ve elini masaya vurdu öfkeyle. Çıkan ses Ceylan’ı koltuğunda zıplattı ama hiçbir şey demedi...
“Baban Halil Ağa ile ortak oldu, bana cephe aldılar. Halil Ağa aklı sıra ortamı yumuşatmaya çalışan patron rolünde ama arkamdan da kuyumu kazıyor, babana da destek çıkıyor. Bana babanı kötüleyip arkamdan onunla ortak işler çeviriyor. Ben bilmiyor muyum bunları? Şimdi beni dinle, Halil Ağa babanı nerde saklıyor? Bunu bana söyleyeceksin yoksa seni de oğullarını da gebertirim...!”
Son sözler Ceylan’ın yüzünden kara bir gölgenin geçmesine sebep oldu, oğullarının ölümle tehdit edilmesi onu korkuttu. Ama gene de babasının nerede olduğunu bilmediğini söyledi.
Bunun üzerine Hanımağa “Günah benden gitti!” diyerek Güven’e seslendi. Güven kapıyı açtı, “Getirin şunu!” dedi Hanımağa. Az sonra Ceylan’ın oğlunun koluna girmiş halde geldi. Hanımağa’nın adamları çocuğu bizden önce buraya getirmişler ve ağzını burnunu dağıtmışlardı. Çocuk ayakta zor duruyordu.
Ceylan oğlunu öyle görünce ayağa fırladı ve koşup sarıldı. Çocuk yediği dayağın etkisinden annesine sarılamadı bile. Derken Güven belinden tabancasını çekti ve çocuğun başına dayadı.
Hanımağa “Senden önce oğlunun ifadesini aldım. Ama dedesinin nerde olduğunu bilmediğini söyledi... Şimdi, üçe kadar sayacam, ya bana babanın yerini söylersin ya da oğlunu gözünün önünde gebertirim!” dedi. Ceylan korkuyla baktı Hanımağa’ya ama o hiç oralı değildi. “Bir!” dedikten sonra biraz durdu. Bu sırada Güven çok soğukkanlı bir şekilde tabancasını tutmuştu, eli tetikteydi.
“İki!” dediği vakit Ceylan atıldı “Tamam, tamam, Allah aşkına tamam. Söyleyecem babamın yerini, bırakın oğlumu, ne olur!” diyerek yalvarmaya başladı. Güven Hanımağa’nın işareti üzerine tabancasını indirdi.
Ceylan dudakları titrek halde babasının nerde olduğunu söyledi. Halil Ağa’nın akrabalarından birinin kır evinde saklanıyordu. Halil Ağa Abuzer’i doğrudan kendisine ait bir yerde saklayacak kadar aptal değildi ama onu koruması altına aldığını da göstermek istiyordu...
Benim telefonumdan Mevlüt’ü arayıp Ceylan’ın verdiği adresi söyledi. “Gazanız mübarek olsun aslanım, hayırlı haberlerini bekliyorum, dikkat edin kendinize!” dedi telefonu kapamadan önce.
Ceylan babasının yerini söylemişti ama bu kez Hanımağa’nın verdiği infaz emrini geri alması ve babasını affetmesi için yalvarmaya başladı. Halil Ağa’nın babasını kandırdığını, babasını pek çok kez uyardığını ama kendisini dinlemediğini, eğer infaz emri geri alınırsa babasını ikna edebileceğini, hiçbir şeye karışmadan yaşayacaklarını namus, kitap ve şeref sözü vererek dile getirdi. Ayrıca bu akşam yapılan ödemeden çok daha fazlasını verebileceğini söyledi.
Hanımağa kendisine cevap veremeden telefonu çaldı. Arayan Halil Ağa idi. “İti an çomağı hazırla!” dedi Hanımağa telefonu açmadan önce. Saygılı ve alttan alır bir tonda konuştu önce. Ancak Halil Ağa durumun farkına varmış, Ceylan’ı kaldırdığımızı öğrenmişti. Hanımağa Abuzer meselesi hakkında kendisine kırgın olduğunu, kendisini aldatmaya kalktığını söylediğinde Halil Ağa yine bir şeyler eveleyip geveledi. Ceylan’a dokunulmamasını istedi. Aksi halde bu işin sonunun kötü yerlere gideceğini söyledi. Ancak Hanımağa bu tip tehditlere pabuç bırakacak biri değildi. Halil Ağa’ya payı olan bir milyon Doları gönderdiğini ama bu işin artık bitirilmesi gerektiğini, Abuzer’in ayağına çok fazla dolanmaya başladığını söyleyip onun bir şey söylemesini beklemeden kapattı telefonu...
Artık ok yaydan çıkmış, bir savaş başlamıştı. Güven Ceylan’ın oğlunu odadan çıkardı. Çocuk ruh gibiydi, hiçbir şeyin farkında değildi yediği dayaklardan dolayı. Ceylan “Seni de yaşatmazlar!” dediğinde Hanımağa “Azdan az çoktan çok gider!” dedi. Bir mafya filmi ya da dizisinin içindeydim sanki...
“İnşallah çocukların başına bir şey gelmez!” dedi Hanımağa, Mevlüt ve adamlarından bahsediyordu. Hanımağa elinde telefon odadan çıktı, içerde Ceylan ile baş başa kaldığımızda Ceylan atılıp elimi tuttu. “Ne olur, Allah rızası için. Benim sözümü dinlemiyor ama sen onu ikna edebilirsin... Babamı affetsin, ona bir şans daha versin... Ben babamı ikna ederim Halil Ağa konusunda, bu işin şakasının olmadığını söylerim ama yeter ki affetsin babamı... Ne olur, Allah’ını seversen... Paraysa para, ne kadar isterseniz öderim... İstersen orospun olurum, karın olurum, bana ne istersen yap ama babamı affedin ne olur...!”
“Ben bir şey yapamam, Hanımağa’yı bu saatten sonra durduramam. Elimden bir şey gelmez!” dedim. Ceylan titrek dudaklarına bir sigara aldı, yaktı ve derin bir nefes çekip yüzüme üfledi. “Sen onun en yakınısın, damadı değil misin? Dinler seni, sen iyi bir insana benziyorsun... Ne olur ne istersen yaparım ne kadar istersen öderim, aramızda kalır... Kimseye bir şey demem, karın olurum, orospun olurum, ne istersen yaparım...!”
Sözleri bitmeden Hanımağa içeriye geldi. “Ne anlatıyor bu!” diye sordu bana. Ceylan bana baktı, konuşmamı bekliyor gibiydi. “Babasını affetmeni, ona bir şans daha vermeni istiyor. İstediğin kadar ödeme yapacakmış eğer affedersen!” dediğimde Hanımağa gülmeye başladı. “Ben babana çok şans verdim ama o hepsini çöpe attı. Para meselesine gelince, bu işin parayla ilgisi yok. Bu iş artık şeref ve prensip meselesi...!” dedi. Ceylan bir şeyler daha söyleyecekken Hanımağa kestirip attı konuşmasını...
Habib’e seslendi, Habip kapıdan göründü. “Yok mu ulan içecek bir şeyiniz, ne sikim yer lan burası!” diye kükredi. “Var Hanımağam, emret!” dedi Habip. Bir iki dakika sonra elinde bir şişe viski ve üç kadehle geldi. Birer kadeh doldurdu ve odadan çıktı. Hanımağa viskisini bir dikişte içti. Ceylan’da sarıldı hemen viskiye. Ben de yaşadığım gerginlik nedeniyle aldım ve birkaç yudumda bitirdim.
Odada derin bir sessizlik vardı. Mevlüt’ten gelecek haberi bekliyorduk. Bu arada birkaç kadeh daha yuvarladık, şişenin yarısını bitirdik. Hanımağa’nın parayı teslim eden adamları döndüler ve izahat verdiler. Herhangi bir sorun olmamıştı, her şey normaldi. Ancak Hanımağa artık bir savaşın içinde olduğumuzu, herkesin çok dikkatli olması gerektiğini başta Güven olmak üzere diğer adamlarına söyledi...
Ceylan adamlar eşliğinde tuvalete gitmek için kalkıp gidince ona “Kadının oğlunu gerçekten öldürecek miydin!” diye sordum. “Tabii ki!” dedi sakince. “Aslanım bu alemin içindeysen bunlara alış artık, bu zamana kadar yapmadığım şey mi zannettin... Bu zamana kadar kaç adamın infaz emrini verdim... Bir eksik bir fazla fark etmez... Sen beni pembe panjurlu evinde kocasını bekleyen aşık ev hanımı mı sanıyorsun...!” diye devam etti. Bunu söylerken gülüyordu. “Hoş, keşke öyle bir hayatım olsaydı!” deyip başını masaya koydu. Bir süre öyle kaldıktan sonra kaldırdı başını, “Çok yoruldum, böyle hayatın ızdırabını sikeyim!” dedi...
Habip bizim için kebap yaptırmıştı. Mevlüt’ün göndereceği haberi beklerken acıkmıştık. Viskinin üzerine yemek iyi geldi. Babasının infaz emri verilen Ceylan bizden daha iştahlı halde yemeğini yedi...
Sonunda saat 00:00’a doğru Mevlüt benim telefonumdan aradı. İş bitmişti. Abuzer artık yoktu. Halil Ağa’nın akrabasının evinden alıp ismini vermediği bir yere götürmüşler, işini bitirip gömmüşlerdi. Gittiklerinde evde Abuzer’den başka kimsenin olmadığını söyledi Mevlüt. Belli ki Hanımağa ile yaptığı konuşmanın ardından Halil Ağa kendi adamlarını çekmiş, Abuzer’i kaderi ile baş başa bırakmıştı. Bu haber Hanımağa’yı mutlu etti. Ceylan “Allah günahlarını affetsin!” dedi sakince. Gözlerinden sessiz yaşlar akarken ellerini açıp içinden dua okudu babası için...
Hanımağa Ceylan’a dönüp “Şimdi gidebilirsin... Çocuklar seni ve oğlunu eve bırakacak... Merak etme, bundan sonra kimse sana ya da çocuklarına dokunamaz... Benim korumam altındasınız... Ama kimseyle konuşmak, görüşmek yok... Kimseye bir şey söylemek yok... Hele Halil Ağa ya da oğullarıyla konuşmak yok... Onlar seninle konuşmak istediğinde hemen bana haber vereceksin... Anladın mı... Yoksa babanın yanına seni de gömerim...!” dedi. Ceylan evet anlamında başını salladı ve odadan çıktı...
Hanımağa bir keyif sigarası yaktı, bana da verdi. Birer kadeh daha yuvarladık visk**en. Uzanıp elimi tuttu, “Özledim seni!” dedi fısıldayarak. “Ben de!” dedim ama burası ne yeriydi ne de zamanı. “Bugün iyi iş başardın!” dedikten sonra “Hadi gidip eğlenelim!” diyerek kalktı. Habip ve diğerlerine çok dikkatli olmalarını söyledi, tembihledi. Habip “Sen merak etme Hanımağam, analarını sikerem onların!” dedi gür sesiyle...
Para dolu bavulu aldık, zırhlı Mercedes’e atlayıp yola koyulduk. Arkamızda dört araba içi adamlar ve silahlarla dolu olduğu halde bizi takip ediyordu. Ona Ceylan’ın bu geceki halini sordum. “Babasını seviyor görünse de aslında nefret ederdi, öldürülen kocası yüzünden çok kez karşı karşıya geldi babasıyla zamanında... Abuzer kendi damadına da kancıklık etmişti, Ceylan’da unutmadı bunları tabii... Boş ver siktir et bunları...!” deyince başka bir şey sormadım.
Kulübe vardık. Gideceğimizin bilgisi müdüre ulaşmıştı, o nedenle kapıda karşıladı bizi. Müdürün yaşananlardan haberi vardı ancak Hanımağa’nın sözlerini dikkatle dinledi. Etrafa çok sayıda adam koyduğunu söyledi. Gerçekten de kulübün önü ve çevresinde adamlar geziniyordu.
İçerde ortam gayet güzeldi. Elektrosazlar kıvrak Ankara havaları çalarken konsomatris kadınlar ve müşterilerden oluşan bir grup pistte oynuyordu. Masamız hazırlanmış, donatılmıştı. Genç bir garson rakılarımızı doldurdu. Mezelerden biraz biraz alıp rakımı ufak ufak içtim. Hanımağa ellerini çırparak çalan şarkılara eşlik ediyordu.
Sonunda hareketli parçalar bittiğinde bu kez türkü havaları çalmaya başladı orkestra. Derken Çilem alkışlar eşliğinde çıktı piste. Hanımağa’yı görünce önceki gibi güzel bir reverans yaparak selamladı. Hanımağa şiddetle alkışladı kendisini. Çilem “Değerli ev sahibimiz, kıymetli Hanımağamız için sizlerden bir alkış istiyorum!” dediğinde misafirler ve konsomatris kadınlar hararetle alkışladılar Hanımağa’yı. Kendisi baş selamı ile etrafına dönüp teşekkür etti.
Geçen akşam ayaklarına inen uzun sırt dekolteli bir elbise giymişti Çilem ama şimdi siyah mini bir elbise vardı üzerinde. Dolgun ve parlak beyaz bacaklarını cömertçe sergiliyordu. Askılı elbisesi vücuduna oturmuş, şişkin memelerinin çatalı, çıkık ve kalkık götü açığa çıkmıştı. Siyah yüksek ve sivri topuklu ayakkabılar ayağındaydı. Siyah uzun saçlarında simler parlıyordu.
Çilem Hanımağa’nın favori türküsü olan Yeşil Başlı Gövel Ördeği okumaya başladığında Hanımağa’nın keyfi daha da arttı. Mercedes’le yaptığımız yolculuklarda da sık sık çaldırdığı bir türküydü bu. Çilem gerçekten çok güzel okudu türküyü. Hanımağa onun için birkaç şampanya patlattı. Çilem Hanımağa’nın ve benim şerefime şampanyasını yudumladı.
Türkülerini bitirdiği vakit masamıza geldi. Hanımağa’nın elini öpüp başına koydu, benim de elimi nazikçe sıktı. Bacak bacak üstüne attığında mini elbisesi nerdeyse götüne kadar açıldı. Masanın altından hafifçe kesiyordum bu muhteşem manzarayı. Hanımağa Çilem’i çok seviyor, ona değer veriyordu, Çilem’de onun için aynı duyguları besliyordu.
Hanımağa Çilem’in hikayesini anlattı. Anlatmıştı zaten ama bu gece epey içtiği için unutmuştu. Çilem onun kolunu tutuyor, arada başını omzuna koyup gülüyordu. Elbisesinin kalın kumaşının altında sutyen yok gibiydi, hareketleri esnasında memeleri balon gibi şişip iniyordu. Yarım saat kadar kaldı masamızda. O gidince Hanımağa “Hadi içeri geçelim, burası çok gürültülü!” deyince kendi odasına geçtik.
Müdür Hanımağa’ya hasılatı verdi, Hanımağa parayı kasaya koydu. Önemli bir mesele vardı ayrıca. Kızlardan birinin çantasında hap bulmuştu. Bunu duyan Hanımağa hemen o kızın getirilmesini emretti. İçerdeki neşesi birden kayboldu. Az sonra müdür genç bir kızı kolundan tutarak getirdi.
Buse adında nispeten yeni olan genç bir kızdı. Kız tir tir titriyordu korkudan. Kareli mini bir etekle crop dedikleri göbeği ve karnı açıkta bırakan siyah bir kıyafet vardı üzerinde. Uzun boylu, dolgun pembe dudaklı, beyaz tenli çok güzel bir kızdı. Böyle bir yer için farklı kaçtığı her halinden anlaşılıyordu. Diğer kadınların yüzlerinde bir dünya makyaj varken Buse makyajsız ama yine de çok güzeldi.
Hanımağa “Ne o kız, dün bir bugün iki, hap kullanmaya mı başladın!” dedi sertçe. Kız “Yok Hanımağam, ders çalışırken uykum gelmesin diye kullanıyorum, valla uyuşturucu değil!” dedi. “Ne dersi!” diye sordum. Kız üniversitede öğrenci olduğunu, gece burada çalıştıktan sonra eve gittiğinde ders çalıştığını, çalışırken de uyumamak için hap aldığını söyledi. Hanımağa inanmamıştı ama ben merak ettim. Kız kullandığı ilacın adını söyleyince telefonumdan internete girip arattım. Gerçekten bu tip bir amaçla üretilen, ancak uyarıcı niteliğinden ötürü dikkatli kullanılması gerektiği yazılan bir ilaçtı.
“Doğru söylüyor!” dediğimde Hanımağa “Hadi siktir git şimdi, bir daha hap map kullandığını öğrenirsem ananı sikerim senin. Defol!” dedi eliyle çık işareti yaparak. Kız müdür eşliğinde çıkınca “Nerden buldun bunu!” diye sordum.
“Kızlardan biri getirdi, aynı kuaföre gidiyorlarmış, orada tanışmışlar... Öğrenci dediği gibi, ailesi şehir dışında... Geçinemediğini, ailesinin para göndermekte zorlandığını söyledi, ben de acıdım işe aldım... İstesem sikiştirip daha fazla kazanabilirim, kendi de kazanır ama gerek yok... Kız namusuyla çalışsın burada, okusun okulunu, sonra nereye gitmek isterse gitsin... Bunun gibi eli yüzü düzgün çok kız oluyor iş istemek için gelen... Hepsi okumaya gelmiş fakir ailelerin kızları... Çoğunu sikiştiriyorum... Arada bunun gibi birkaçını da burada çalıştırıyorum...!”
“Bundan sonra bu işlere sen bakacaksın zaten... Seher ve Mecnun direkt sana bağlı olacaklar... Onların altında da bir sürü adam var... Hepsinden sen sorumlusun bundan sonra... Adana’nın en büyük pezevengi sen olacaksın anlayacağın... Nerede kimleri çalıştırdığımı öğreneceksin, bölgendeki eskortlar, pezevenkler, orospular, travestiler hepsi senden emir alacaklar...!”
“Ne biçim bir iş bu!” dedim içimden. Bir pezevenk olmadığımız kalmıştı, Hanımağa sayesinde o da olmuştu. Sözleri bittiğinde yanıma geldi, gözlerini gözlerime dikti, uzun uzun baktıktan sonra dudaklarıma yumuldu.
İçki ve sigara kokuyordu nefesi, yine de etli dudaklarını emdikçe emesim geliyordu. Beyaz kumaş pantolonunun üstünden götünü avuçladım. İnce kumaşın altındaki kıvrımlı şişkin götünün yanaklarını sıktım, okşadım. Beyaz ceketini çıkarıp koltuğunun arkasına asmıştı. Siyah gömleğinin üstten iki düğmesi açıktı ve beyaz koynu görünüyordu. İki düğme de ben açtım, siyah renkli üzeri dantelli sutyeni iri memelerini sıkmış, şişirmişti. Memelerinin üzerini öpüp koklarken Hanımağa saçlarımı çekiştiriyor, sırtımı okşuyordu.
Ancak o an kapıya vuruldu, hemen toparlandık. Hanımağa “Kim o!” diye sordu. “Benim Hanımağam!” dedi Müdür. Hanımağa gömleğin düğmelerini iliklerken ben pencere kenarına gittim, sertleşen yarağımın pantolonun altında belli olmaması için yan döndüm. Az sonra müdür girdi içeri. Hanımağa “Ne oldu gene!” diye sertçe çıkıştı.
Pos cihazlarının birinde sorun çıkmış, Hanımağa’nın odasında duran yeni cihazı almaya gelmişti. Hanımağa çekmeceden pos cihazını alıp verdi. Müdür baş selamı ile çıktı odadan. Hanımağa “Ucuz atlattık!” deyince “Allah korudu!” dedim. “Kumarhaneye gidelim, oradan annemin evine geçeriz!” dediğinde “Sen bilirsin!” dedim, annesinin evine neden gideceğimizi anlamasam da...
İçinde adamların olduğu bizi takip eden iki arabayla birlikte kumarhaneye geçtik. Pek kalabalık sayılmazdı ama şimdiden yüklü bir meblağ kazanıldığını söyledi müdür Cavit. Tamara siyah mini eteği ve beyaz gömleği ile rulet masasında krupiyelik yapıyordu bu gece. Hanımağa birkaç el oynadı, ben de kollu makinelerde şansımı denedim, ikimiz de kaybettik. Fazla kalmadık kumarhanede. Müdür Cavit’in verdiği yüklü para çantasını alıp yeniden yola koyulduk. Şimdiki durağımız Hanımağa’nın annesinin eviydi...
Daha kumarhaneye gitmeden yolda annesini aramış, bu gece geleceğimizi söylemişti. “Annem hazırlık yapmıştır şimdiye!” dedi keyifle. Seyhan gölü gecenin bu saatinde siyaha bürünmüştü, etraf çok sessizdi, villanın ve bahçenin ışıkları yanıyordu. Hanımağa’nın adamlarından birkaçı etrafta dolanıyordu, annesini de korumaya almıştı.
Para dolu bavulu ve Cavit’in verdiği çantayı aldım, Hanımağa adamlarına gece burada kalacağını, etrafa dikkat etmelerini söyledi. Adamlar “Emredersin Hanımağam!” diyerek etrafa dağılırken biz eve geçtik.
Annesi çok sıcak karşıladı bizi, özellikle de beni. Sıkı sıkı sarılıp yanaklarımdan öptü. Gecenin bu saatinde, ki saat 02:00’yi çoktan geçmişti, çiçekli uzun askılı bir elbise giymişti. Önü açık elbisesi sarkık büyük memelerinin çatalını olduğu gibi gösteriyordu. Hanımağa elini öpüp başına koyduktan sonra “Emanetler var anne, bunları kasaya koyalım!” dedi bavul ve çantayı göstererek. Annesi “Geç kızım, ne istersen yap!” dediğinde Hanımağa ile asansöre binip ikinci kata çıktık.
“Annem çok seviyor seni!” dedi asansörde, “Sağ olsun, ben de onu seviyorum!” dedim. İkinci katta önceki gelişlerimde girmediğim bir odaya geçtik. ışıkları açtı Hanımağa. Alçıpan tavanda duvar dipleri boyunca soluk mavi ışıklar vardı, ortada ise sarı göz yormayan ışıklar yanıyordu. Bir çalışma odası gibi dizayn edilmişti burası. Duvarlarda kitaplar, ansiklopediler, CD ve DVD’ler sıra sıra duruyordu. “Hayırdır, burası ne böyle!” dediğimde “Annem kendi zevkine göre tasarladı!” dedi.
Kendi evindekine benzer, belki ondan daha büyük bir kasa odanın bir duvarını kaplamıştı. Kasanın anahtarını masanın çekmecesinden aldı, açtıktan sonra şifresini çevirdi. Az sonra kapı şiddetli bir “Çıt!” sesiyle açıldı. Kasanın içi deste deste paralarla, altınlarla doluydu. Bugün kuyumcuda sattığımız külçe altınlardan bir sürü vardı. Ayrıca kağıtlar, evraklar, küçük mücevher kutuları kasanın siyah kadife kaplamalı içini adeta gelin gibi süslemişti.
Hanımağa bavulu ve çantayı işaret edince açtım. İçindeki paraları büyük bir itina ile kasaya doldurduk. Mevlüt’e verilecek iki milyon doları bavulda bıraktık. Kasanın içinde ayrıca çok sayıda tabanca ve mermi de vardı. Ancak bunlarla ilgili tek bir soru sormadım.
Hanımağa yeniden kapattı kasayı, anahtarı çekmeceye geri koydu. Perdeleri çekti. Ardından yanıma gelip sarıldı, dudaklarıma öpücük kondurup “Neden geldik buraya hiç sormadın!” dedi. “Sormadım hakikaten, niye geldik!” dedim. “Geceyi burada geçirmek için, birlikte sabaha kadar rahat rahat sevişiriz!” dediğinde “Sen kafa mı buluyorsun benimle, annenin evinde olacak iş mi bu!” dedim. Bu şekilde konuşmasına çok şaşırdım.
“Hadi anneni geçtim, hizmetçi kadın var, o ne olacak peki!” dediğimde “Onu gönderttim, ya sen ne acayip adamsın... Bırak şimdi bunları, yarın sabah burada nikahımız kıyılacak, annem imam getirtip nikahımızı kıydıracak... Onun için geldik buraya... Ben her şeyi ayarladım merak etme!” dediğinde hayretten ağzım açık kaldı.
“Ne ara ayarladın!” diye sordum. “Bugün... Sen Ceylan karısıyla otelde buluşmaya gittikten sonra... Benim için kendini feda etmeye hazır olduğunu gördüm, sensiz yapamayacağımı anladım... Annemi arayıp bu işi halledelim dedim... Ona daha önce anlatmıştım zaten... O da hizmetçi karıyı birkaç günlüğüne izne gönderdi... Bizim için ayarladı her şeyi... Sen merak etme, yarın sabah resmen karı koca olacağız aşkım!” dedi ve yeniden dudaklarımdan öptü. Karşılık verecekken “Hişş, annem aşağıda bekliyor bizi, yanına inelim, ayıp olmasın!” deyince beraber aşağı indik...
Annesi gecenin bu saatinde bizim için mutfakta sofra hazırlamıştı. Güzel bir kahvaltı masası kurmuş çay demlemişti. Hanımağa annesine bir ev kızı gibi yardım edip son hazırlıkları yaparken ben masaya oturdum. Benzinlikte yediğimiz kebabın üzerinden saatler geçmişti, kulüpte de epey içmiştik, o nedenle gece kahvaltımızı iştahla yaptık.
Annesi çok mutlu görünüyordu. Kızının benimle birlikte mutlu olması onu da mutlu ediyordu. Ancak sofrada da erkeksi tavırlarını sergilemekten çekinmiyordu. Herkese emirler yağdıran, insanların infaz emrini veren Hanımağa annesinin yanında süt dökmüş kediden farksızdı.
Kayınvalidemin ablası ikinci kayınvalidem olacaktı artık. Yıllar önce böyle bir şeyin başıma geleceğini biri söylese gülüp geçerdim ama şimdi gerçek oluyordu. Saat 03:00’ü geçerken müstakbel kayınvalidem uykusunun geldiğini söyleyerek kalktı. İkimize de iyi geceler diledikten sonra üçüncü kattaki kendi odasına geçti.
Hanımağa masadakileri dolaba koydu, sofrayı topladı. Elimi tuttu, beraber merdivenlerden ikinci kata çıktık. Biraz önce girdiğimiz odanın karşısındaki odaya girdik. Kapının yanındaki ışık düğmesine bastım. Bu odanın ışıkları da öbürüne benziyordu ama duvar diplerinde bu kez kırmızı ışıklar yanıyordu. Bir pavyon gibiydi sanki.
Ortada ikili büyük bir yatak, yanındaki duvarda büyük bir elbise dolabı, karşısında ebeveyn banyosu olan kocaman bir odaydı burası. “Annemin yanına geldiğimde bu odada kalıyorum, artık ikimizin odası burası!” dedi. Perdeler çekiliydi. Kapıyı kapattım.
Hanımağa siyah gömleğinin düğmelerini açtı tek tek, çıkarıp yere attı gömleği. Siyah dantel işlemeli sutyeni ile kaldıktan sonra beyaz pantolonunu indirip çıkardı. Krem renkli bir külot vardı altında. Arkasını döndü, külotun lastiklerini çekip götünün arasına soktu tanga gibi. “Nasıl oldu!” diye sorunca “Çok güzel!” dedim heyecanla. Ben de soyundum. Sutyenini çıkardım ama külotunu çıkarmasını istemedim. Şişkin memelerini kavradım ayakta, dudaklarını emdim, somurdum. Ardından meme uçlarını tek tek emdim, yaladım.
Sonunda Hanımağa “Yatağa girelim!” dedi. Ben yatağa girerken o da tavanın ortasında yanan sarı ışığı söndürdü, sadece duvar diplerindeki kırmızı ışık kaldı. Yanıma uzandı. Dudaklarımız kenetlendi hemen. Ellerim memelerinde, kalçalarında, karnında gezinirken kırmızı ışığın altında ateşli sevişmemiz başladı...
Sorgu için müdür Habib’in odası kullanılacaktı. Hanımağa Habib’in koltuğundaydı, Habip ise ayakta. Adam para dolu bavulu masanın üzerine koyup açtı. Hanımağa paralara göz gezdirdikten sonra “Sayıldı mı hepsi, tamam mı!” diye sordu. “Hepsi tamam, hiçbir sıkıntı yok!” dedim.
Halil Ağa’nın bir milyon Dolarını hemen başka bir çantaya koydurdu ve adamlarına “Paranın başına bir şey gelmesin, söylediğim yere bırakacaksınız. Size herhangi bir soru sorulursa hiçbir şey bilmiyorsunuz, hiçbir şey görmediniz, anlaşıldı mı!” dedi. “Emredersin Hanımağam!” dedi adam ve hızla çıktı odadan.
Daha sonra Ceylan ve benim haricindekilerin odadan çıkmasını istedi. Adamlar çıkınca Ceylan’a bir süre baktı, inceledi onu. Ceylan odanın bir köşesinde put gibi dikilmiş duruyordu. Yaşananlara karşın sabırlı ve metanetli olmaya çalışıyordu.
Hanımağa masanın önündeki koltuğu gösterip oturmasını istedi. Ceylan istemeye istemeye oturdu, ben de karşısına. Hanımağa altın kaplama tabakasından bir sigara çıkarıp ikram etti, Ceylan önce almak istemedi ama sonra aldı. Hanımağa yaktı sigarasını. Sigaradan derin derin bir nefes çekti, tek nefeste bitirmek istiyormuşçasına...
Dumanını üflerken Hanımağa koltuğunda geriye yaslanıp “Eveeetttt, şimdi gelelim kuru fasulyenin faydalarına... Seni neden kaldırdım buraya getirttim, merak ediyor musun...!” diye sordu. Ceylan derin bir nefes daha çekti sigaradan ve “Babamla ilgili değil mi!” diye sordu. Hanımağa elini yavaşça masaya vurup “Zeki insanları her zaman severim!” dedi. Ardından Ceylan’ın babası Abuzer hakkında içinde küfürler de bulunan uzun konuşmasını yaptı...
Abuzer’i kötüledikçe kötüledi bu konuşmasında. Ve artık buna bir son vermenin zamanının geldiğini belirtip babası hakkında infaz emrinin verildiğini söyledi. Konuşmayı sonuna kadar sessizce dinleyen Ceylan bunu duyunca ister istemez irkildi. “Emri kim verdi!” diye sordu. “Ben verdim!” dedi Hanımağa kendinden gayet emin bir şekilde...
Ceylan dudak büktü, “Seni de yaşatmazlar, bunu bilmiyor musun!” dedi sigarasını söndürürken. “Bana dokunacak adam daha doğmadı!” dedi Hanımağa. Ceylan’ın alttan almaya niyeti yoktu, “Bu kadar iddialı konuşma, senin de işini bitirirler... Babam ortadan kalkınca her şey düzelecek mi sanıyorsun!” dedi öfkeyle.
Hanımağa geriye yaslandı koltuğunda. “Bak güzelim, bu delikanlı ayaklarını bir kenara bırak şimdi. Sen bana babanın yerini söyle, boyundan büyük laflar da etme, anladın mı!” diye diklendi. Ceylan gene karşı sözler söyleyecekti ama sonra vazgeçti. “Bilmiyorum nerde olduğunu!” dedi. Hanımağa derin bir nefes alıp verdi, “Sen bana baksana, beni salak mı sanıyorsun!” dedi ve elini masaya vurdu öfkeyle. Çıkan ses Ceylan’ı koltuğunda zıplattı ama hiçbir şey demedi...
“Baban Halil Ağa ile ortak oldu, bana cephe aldılar. Halil Ağa aklı sıra ortamı yumuşatmaya çalışan patron rolünde ama arkamdan da kuyumu kazıyor, babana da destek çıkıyor. Bana babanı kötüleyip arkamdan onunla ortak işler çeviriyor. Ben bilmiyor muyum bunları? Şimdi beni dinle, Halil Ağa babanı nerde saklıyor? Bunu bana söyleyeceksin yoksa seni de oğullarını da gebertirim...!”
Son sözler Ceylan’ın yüzünden kara bir gölgenin geçmesine sebep oldu, oğullarının ölümle tehdit edilmesi onu korkuttu. Ama gene de babasının nerede olduğunu bilmediğini söyledi.
Bunun üzerine Hanımağa “Günah benden gitti!” diyerek Güven’e seslendi. Güven kapıyı açtı, “Getirin şunu!” dedi Hanımağa. Az sonra Ceylan’ın oğlunun koluna girmiş halde geldi. Hanımağa’nın adamları çocuğu bizden önce buraya getirmişler ve ağzını burnunu dağıtmışlardı. Çocuk ayakta zor duruyordu.
Ceylan oğlunu öyle görünce ayağa fırladı ve koşup sarıldı. Çocuk yediği dayağın etkisinden annesine sarılamadı bile. Derken Güven belinden tabancasını çekti ve çocuğun başına dayadı.
Hanımağa “Senden önce oğlunun ifadesini aldım. Ama dedesinin nerde olduğunu bilmediğini söyledi... Şimdi, üçe kadar sayacam, ya bana babanın yerini söylersin ya da oğlunu gözünün önünde gebertirim!” dedi. Ceylan korkuyla baktı Hanımağa’ya ama o hiç oralı değildi. “Bir!” dedikten sonra biraz durdu. Bu sırada Güven çok soğukkanlı bir şekilde tabancasını tutmuştu, eli tetikteydi.
“İki!” dediği vakit Ceylan atıldı “Tamam, tamam, Allah aşkına tamam. Söyleyecem babamın yerini, bırakın oğlumu, ne olur!” diyerek yalvarmaya başladı. Güven Hanımağa’nın işareti üzerine tabancasını indirdi.
Ceylan dudakları titrek halde babasının nerde olduğunu söyledi. Halil Ağa’nın akrabalarından birinin kır evinde saklanıyordu. Halil Ağa Abuzer’i doğrudan kendisine ait bir yerde saklayacak kadar aptal değildi ama onu koruması altına aldığını da göstermek istiyordu...
Benim telefonumdan Mevlüt’ü arayıp Ceylan’ın verdiği adresi söyledi. “Gazanız mübarek olsun aslanım, hayırlı haberlerini bekliyorum, dikkat edin kendinize!” dedi telefonu kapamadan önce.
Ceylan babasının yerini söylemişti ama bu kez Hanımağa’nın verdiği infaz emrini geri alması ve babasını affetmesi için yalvarmaya başladı. Halil Ağa’nın babasını kandırdığını, babasını pek çok kez uyardığını ama kendisini dinlemediğini, eğer infaz emri geri alınırsa babasını ikna edebileceğini, hiçbir şeye karışmadan yaşayacaklarını namus, kitap ve şeref sözü vererek dile getirdi. Ayrıca bu akşam yapılan ödemeden çok daha fazlasını verebileceğini söyledi.
Hanımağa kendisine cevap veremeden telefonu çaldı. Arayan Halil Ağa idi. “İti an çomağı hazırla!” dedi Hanımağa telefonu açmadan önce. Saygılı ve alttan alır bir tonda konuştu önce. Ancak Halil Ağa durumun farkına varmış, Ceylan’ı kaldırdığımızı öğrenmişti. Hanımağa Abuzer meselesi hakkında kendisine kırgın olduğunu, kendisini aldatmaya kalktığını söylediğinde Halil Ağa yine bir şeyler eveleyip geveledi. Ceylan’a dokunulmamasını istedi. Aksi halde bu işin sonunun kötü yerlere gideceğini söyledi. Ancak Hanımağa bu tip tehditlere pabuç bırakacak biri değildi. Halil Ağa’ya payı olan bir milyon Doları gönderdiğini ama bu işin artık bitirilmesi gerektiğini, Abuzer’in ayağına çok fazla dolanmaya başladığını söyleyip onun bir şey söylemesini beklemeden kapattı telefonu...
Artık ok yaydan çıkmış, bir savaş başlamıştı. Güven Ceylan’ın oğlunu odadan çıkardı. Çocuk ruh gibiydi, hiçbir şeyin farkında değildi yediği dayaklardan dolayı. Ceylan “Seni de yaşatmazlar!” dediğinde Hanımağa “Azdan az çoktan çok gider!” dedi. Bir mafya filmi ya da dizisinin içindeydim sanki...
“İnşallah çocukların başına bir şey gelmez!” dedi Hanımağa, Mevlüt ve adamlarından bahsediyordu. Hanımağa elinde telefon odadan çıktı, içerde Ceylan ile baş başa kaldığımızda Ceylan atılıp elimi tuttu. “Ne olur, Allah rızası için. Benim sözümü dinlemiyor ama sen onu ikna edebilirsin... Babamı affetsin, ona bir şans daha versin... Ben babamı ikna ederim Halil Ağa konusunda, bu işin şakasının olmadığını söylerim ama yeter ki affetsin babamı... Ne olur, Allah’ını seversen... Paraysa para, ne kadar isterseniz öderim... İstersen orospun olurum, karın olurum, bana ne istersen yap ama babamı affedin ne olur...!”
“Ben bir şey yapamam, Hanımağa’yı bu saatten sonra durduramam. Elimden bir şey gelmez!” dedim. Ceylan titrek dudaklarına bir sigara aldı, yaktı ve derin bir nefes çekip yüzüme üfledi. “Sen onun en yakınısın, damadı değil misin? Dinler seni, sen iyi bir insana benziyorsun... Ne olur ne istersen yaparım ne kadar istersen öderim, aramızda kalır... Kimseye bir şey demem, karın olurum, orospun olurum, ne istersen yaparım...!”
Sözleri bitmeden Hanımağa içeriye geldi. “Ne anlatıyor bu!” diye sordu bana. Ceylan bana baktı, konuşmamı bekliyor gibiydi. “Babasını affetmeni, ona bir şans daha vermeni istiyor. İstediğin kadar ödeme yapacakmış eğer affedersen!” dediğimde Hanımağa gülmeye başladı. “Ben babana çok şans verdim ama o hepsini çöpe attı. Para meselesine gelince, bu işin parayla ilgisi yok. Bu iş artık şeref ve prensip meselesi...!” dedi. Ceylan bir şeyler daha söyleyecekken Hanımağa kestirip attı konuşmasını...
Habib’e seslendi, Habip kapıdan göründü. “Yok mu ulan içecek bir şeyiniz, ne sikim yer lan burası!” diye kükredi. “Var Hanımağam, emret!” dedi Habip. Bir iki dakika sonra elinde bir şişe viski ve üç kadehle geldi. Birer kadeh doldurdu ve odadan çıktı. Hanımağa viskisini bir dikişte içti. Ceylan’da sarıldı hemen viskiye. Ben de yaşadığım gerginlik nedeniyle aldım ve birkaç yudumda bitirdim.
Odada derin bir sessizlik vardı. Mevlüt’ten gelecek haberi bekliyorduk. Bu arada birkaç kadeh daha yuvarladık, şişenin yarısını bitirdik. Hanımağa’nın parayı teslim eden adamları döndüler ve izahat verdiler. Herhangi bir sorun olmamıştı, her şey normaldi. Ancak Hanımağa artık bir savaşın içinde olduğumuzu, herkesin çok dikkatli olması gerektiğini başta Güven olmak üzere diğer adamlarına söyledi...
Ceylan adamlar eşliğinde tuvalete gitmek için kalkıp gidince ona “Kadının oğlunu gerçekten öldürecek miydin!” diye sordum. “Tabii ki!” dedi sakince. “Aslanım bu alemin içindeysen bunlara alış artık, bu zamana kadar yapmadığım şey mi zannettin... Bu zamana kadar kaç adamın infaz emrini verdim... Bir eksik bir fazla fark etmez... Sen beni pembe panjurlu evinde kocasını bekleyen aşık ev hanımı mı sanıyorsun...!” diye devam etti. Bunu söylerken gülüyordu. “Hoş, keşke öyle bir hayatım olsaydı!” deyip başını masaya koydu. Bir süre öyle kaldıktan sonra kaldırdı başını, “Çok yoruldum, böyle hayatın ızdırabını sikeyim!” dedi...
Habip bizim için kebap yaptırmıştı. Mevlüt’ün göndereceği haberi beklerken acıkmıştık. Viskinin üzerine yemek iyi geldi. Babasının infaz emri verilen Ceylan bizden daha iştahlı halde yemeğini yedi...
Sonunda saat 00:00’a doğru Mevlüt benim telefonumdan aradı. İş bitmişti. Abuzer artık yoktu. Halil Ağa’nın akrabasının evinden alıp ismini vermediği bir yere götürmüşler, işini bitirip gömmüşlerdi. Gittiklerinde evde Abuzer’den başka kimsenin olmadığını söyledi Mevlüt. Belli ki Hanımağa ile yaptığı konuşmanın ardından Halil Ağa kendi adamlarını çekmiş, Abuzer’i kaderi ile baş başa bırakmıştı. Bu haber Hanımağa’yı mutlu etti. Ceylan “Allah günahlarını affetsin!” dedi sakince. Gözlerinden sessiz yaşlar akarken ellerini açıp içinden dua okudu babası için...
Hanımağa Ceylan’a dönüp “Şimdi gidebilirsin... Çocuklar seni ve oğlunu eve bırakacak... Merak etme, bundan sonra kimse sana ya da çocuklarına dokunamaz... Benim korumam altındasınız... Ama kimseyle konuşmak, görüşmek yok... Kimseye bir şey söylemek yok... Hele Halil Ağa ya da oğullarıyla konuşmak yok... Onlar seninle konuşmak istediğinde hemen bana haber vereceksin... Anladın mı... Yoksa babanın yanına seni de gömerim...!” dedi. Ceylan evet anlamında başını salladı ve odadan çıktı...
Hanımağa bir keyif sigarası yaktı, bana da verdi. Birer kadeh daha yuvarladık visk**en. Uzanıp elimi tuttu, “Özledim seni!” dedi fısıldayarak. “Ben de!” dedim ama burası ne yeriydi ne de zamanı. “Bugün iyi iş başardın!” dedikten sonra “Hadi gidip eğlenelim!” diyerek kalktı. Habip ve diğerlerine çok dikkatli olmalarını söyledi, tembihledi. Habip “Sen merak etme Hanımağam, analarını sikerem onların!” dedi gür sesiyle...
Para dolu bavulu aldık, zırhlı Mercedes’e atlayıp yola koyulduk. Arkamızda dört araba içi adamlar ve silahlarla dolu olduğu halde bizi takip ediyordu. Ona Ceylan’ın bu geceki halini sordum. “Babasını seviyor görünse de aslında nefret ederdi, öldürülen kocası yüzünden çok kez karşı karşıya geldi babasıyla zamanında... Abuzer kendi damadına da kancıklık etmişti, Ceylan’da unutmadı bunları tabii... Boş ver siktir et bunları...!” deyince başka bir şey sormadım.
Kulübe vardık. Gideceğimizin bilgisi müdüre ulaşmıştı, o nedenle kapıda karşıladı bizi. Müdürün yaşananlardan haberi vardı ancak Hanımağa’nın sözlerini dikkatle dinledi. Etrafa çok sayıda adam koyduğunu söyledi. Gerçekten de kulübün önü ve çevresinde adamlar geziniyordu.
İçerde ortam gayet güzeldi. Elektrosazlar kıvrak Ankara havaları çalarken konsomatris kadınlar ve müşterilerden oluşan bir grup pistte oynuyordu. Masamız hazırlanmış, donatılmıştı. Genç bir garson rakılarımızı doldurdu. Mezelerden biraz biraz alıp rakımı ufak ufak içtim. Hanımağa ellerini çırparak çalan şarkılara eşlik ediyordu.
Sonunda hareketli parçalar bittiğinde bu kez türkü havaları çalmaya başladı orkestra. Derken Çilem alkışlar eşliğinde çıktı piste. Hanımağa’yı görünce önceki gibi güzel bir reverans yaparak selamladı. Hanımağa şiddetle alkışladı kendisini. Çilem “Değerli ev sahibimiz, kıymetli Hanımağamız için sizlerden bir alkış istiyorum!” dediğinde misafirler ve konsomatris kadınlar hararetle alkışladılar Hanımağa’yı. Kendisi baş selamı ile etrafına dönüp teşekkür etti.
Geçen akşam ayaklarına inen uzun sırt dekolteli bir elbise giymişti Çilem ama şimdi siyah mini bir elbise vardı üzerinde. Dolgun ve parlak beyaz bacaklarını cömertçe sergiliyordu. Askılı elbisesi vücuduna oturmuş, şişkin memelerinin çatalı, çıkık ve kalkık götü açığa çıkmıştı. Siyah yüksek ve sivri topuklu ayakkabılar ayağındaydı. Siyah uzun saçlarında simler parlıyordu.
Çilem Hanımağa’nın favori türküsü olan Yeşil Başlı Gövel Ördeği okumaya başladığında Hanımağa’nın keyfi daha da arttı. Mercedes’le yaptığımız yolculuklarda da sık sık çaldırdığı bir türküydü bu. Çilem gerçekten çok güzel okudu türküyü. Hanımağa onun için birkaç şampanya patlattı. Çilem Hanımağa’nın ve benim şerefime şampanyasını yudumladı.
Türkülerini bitirdiği vakit masamıza geldi. Hanımağa’nın elini öpüp başına koydu, benim de elimi nazikçe sıktı. Bacak bacak üstüne attığında mini elbisesi nerdeyse götüne kadar açıldı. Masanın altından hafifçe kesiyordum bu muhteşem manzarayı. Hanımağa Çilem’i çok seviyor, ona değer veriyordu, Çilem’de onun için aynı duyguları besliyordu.
Hanımağa Çilem’in hikayesini anlattı. Anlatmıştı zaten ama bu gece epey içtiği için unutmuştu. Çilem onun kolunu tutuyor, arada başını omzuna koyup gülüyordu. Elbisesinin kalın kumaşının altında sutyen yok gibiydi, hareketleri esnasında memeleri balon gibi şişip iniyordu. Yarım saat kadar kaldı masamızda. O gidince Hanımağa “Hadi içeri geçelim, burası çok gürültülü!” deyince kendi odasına geçtik.
Müdür Hanımağa’ya hasılatı verdi, Hanımağa parayı kasaya koydu. Önemli bir mesele vardı ayrıca. Kızlardan birinin çantasında hap bulmuştu. Bunu duyan Hanımağa hemen o kızın getirilmesini emretti. İçerdeki neşesi birden kayboldu. Az sonra müdür genç bir kızı kolundan tutarak getirdi.
Buse adında nispeten yeni olan genç bir kızdı. Kız tir tir titriyordu korkudan. Kareli mini bir etekle crop dedikleri göbeği ve karnı açıkta bırakan siyah bir kıyafet vardı üzerinde. Uzun boylu, dolgun pembe dudaklı, beyaz tenli çok güzel bir kızdı. Böyle bir yer için farklı kaçtığı her halinden anlaşılıyordu. Diğer kadınların yüzlerinde bir dünya makyaj varken Buse makyajsız ama yine de çok güzeldi.
Hanımağa “Ne o kız, dün bir bugün iki, hap kullanmaya mı başladın!” dedi sertçe. Kız “Yok Hanımağam, ders çalışırken uykum gelmesin diye kullanıyorum, valla uyuşturucu değil!” dedi. “Ne dersi!” diye sordum. Kız üniversitede öğrenci olduğunu, gece burada çalıştıktan sonra eve gittiğinde ders çalıştığını, çalışırken de uyumamak için hap aldığını söyledi. Hanımağa inanmamıştı ama ben merak ettim. Kız kullandığı ilacın adını söyleyince telefonumdan internete girip arattım. Gerçekten bu tip bir amaçla üretilen, ancak uyarıcı niteliğinden ötürü dikkatli kullanılması gerektiği yazılan bir ilaçtı.
“Doğru söylüyor!” dediğimde Hanımağa “Hadi siktir git şimdi, bir daha hap map kullandığını öğrenirsem ananı sikerim senin. Defol!” dedi eliyle çık işareti yaparak. Kız müdür eşliğinde çıkınca “Nerden buldun bunu!” diye sordum.
“Kızlardan biri getirdi, aynı kuaföre gidiyorlarmış, orada tanışmışlar... Öğrenci dediği gibi, ailesi şehir dışında... Geçinemediğini, ailesinin para göndermekte zorlandığını söyledi, ben de acıdım işe aldım... İstesem sikiştirip daha fazla kazanabilirim, kendi de kazanır ama gerek yok... Kız namusuyla çalışsın burada, okusun okulunu, sonra nereye gitmek isterse gitsin... Bunun gibi eli yüzü düzgün çok kız oluyor iş istemek için gelen... Hepsi okumaya gelmiş fakir ailelerin kızları... Çoğunu sikiştiriyorum... Arada bunun gibi birkaçını da burada çalıştırıyorum...!”
“Bundan sonra bu işlere sen bakacaksın zaten... Seher ve Mecnun direkt sana bağlı olacaklar... Onların altında da bir sürü adam var... Hepsinden sen sorumlusun bundan sonra... Adana’nın en büyük pezevengi sen olacaksın anlayacağın... Nerede kimleri çalıştırdığımı öğreneceksin, bölgendeki eskortlar, pezevenkler, orospular, travestiler hepsi senden emir alacaklar...!”
“Ne biçim bir iş bu!” dedim içimden. Bir pezevenk olmadığımız kalmıştı, Hanımağa sayesinde o da olmuştu. Sözleri bittiğinde yanıma geldi, gözlerini gözlerime dikti, uzun uzun baktıktan sonra dudaklarıma yumuldu.
İçki ve sigara kokuyordu nefesi, yine de etli dudaklarını emdikçe emesim geliyordu. Beyaz kumaş pantolonunun üstünden götünü avuçladım. İnce kumaşın altındaki kıvrımlı şişkin götünün yanaklarını sıktım, okşadım. Beyaz ceketini çıkarıp koltuğunun arkasına asmıştı. Siyah gömleğinin üstten iki düğmesi açıktı ve beyaz koynu görünüyordu. İki düğme de ben açtım, siyah renkli üzeri dantelli sutyeni iri memelerini sıkmış, şişirmişti. Memelerinin üzerini öpüp koklarken Hanımağa saçlarımı çekiştiriyor, sırtımı okşuyordu.
Ancak o an kapıya vuruldu, hemen toparlandık. Hanımağa “Kim o!” diye sordu. “Benim Hanımağam!” dedi Müdür. Hanımağa gömleğin düğmelerini iliklerken ben pencere kenarına gittim, sertleşen yarağımın pantolonun altında belli olmaması için yan döndüm. Az sonra müdür girdi içeri. Hanımağa “Ne oldu gene!” diye sertçe çıkıştı.
Pos cihazlarının birinde sorun çıkmış, Hanımağa’nın odasında duran yeni cihazı almaya gelmişti. Hanımağa çekmeceden pos cihazını alıp verdi. Müdür baş selamı ile çıktı odadan. Hanımağa “Ucuz atlattık!” deyince “Allah korudu!” dedim. “Kumarhaneye gidelim, oradan annemin evine geçeriz!” dediğinde “Sen bilirsin!” dedim, annesinin evine neden gideceğimizi anlamasam da...
İçinde adamların olduğu bizi takip eden iki arabayla birlikte kumarhaneye geçtik. Pek kalabalık sayılmazdı ama şimdiden yüklü bir meblağ kazanıldığını söyledi müdür Cavit. Tamara siyah mini eteği ve beyaz gömleği ile rulet masasında krupiyelik yapıyordu bu gece. Hanımağa birkaç el oynadı, ben de kollu makinelerde şansımı denedim, ikimiz de kaybettik. Fazla kalmadık kumarhanede. Müdür Cavit’in verdiği yüklü para çantasını alıp yeniden yola koyulduk. Şimdiki durağımız Hanımağa’nın annesinin eviydi...
Daha kumarhaneye gitmeden yolda annesini aramış, bu gece geleceğimizi söylemişti. “Annem hazırlık yapmıştır şimdiye!” dedi keyifle. Seyhan gölü gecenin bu saatinde siyaha bürünmüştü, etraf çok sessizdi, villanın ve bahçenin ışıkları yanıyordu. Hanımağa’nın adamlarından birkaçı etrafta dolanıyordu, annesini de korumaya almıştı.
Para dolu bavulu ve Cavit’in verdiği çantayı aldım, Hanımağa adamlarına gece burada kalacağını, etrafa dikkat etmelerini söyledi. Adamlar “Emredersin Hanımağam!” diyerek etrafa dağılırken biz eve geçtik.
Annesi çok sıcak karşıladı bizi, özellikle de beni. Sıkı sıkı sarılıp yanaklarımdan öptü. Gecenin bu saatinde, ki saat 02:00’yi çoktan geçmişti, çiçekli uzun askılı bir elbise giymişti. Önü açık elbisesi sarkık büyük memelerinin çatalını olduğu gibi gösteriyordu. Hanımağa elini öpüp başına koyduktan sonra “Emanetler var anne, bunları kasaya koyalım!” dedi bavul ve çantayı göstererek. Annesi “Geç kızım, ne istersen yap!” dediğinde Hanımağa ile asansöre binip ikinci kata çıktık.
“Annem çok seviyor seni!” dedi asansörde, “Sağ olsun, ben de onu seviyorum!” dedim. İkinci katta önceki gelişlerimde girmediğim bir odaya geçtik. ışıkları açtı Hanımağa. Alçıpan tavanda duvar dipleri boyunca soluk mavi ışıklar vardı, ortada ise sarı göz yormayan ışıklar yanıyordu. Bir çalışma odası gibi dizayn edilmişti burası. Duvarlarda kitaplar, ansiklopediler, CD ve DVD’ler sıra sıra duruyordu. “Hayırdır, burası ne böyle!” dediğimde “Annem kendi zevkine göre tasarladı!” dedi.
Kendi evindekine benzer, belki ondan daha büyük bir kasa odanın bir duvarını kaplamıştı. Kasanın anahtarını masanın çekmecesinden aldı, açtıktan sonra şifresini çevirdi. Az sonra kapı şiddetli bir “Çıt!” sesiyle açıldı. Kasanın içi deste deste paralarla, altınlarla doluydu. Bugün kuyumcuda sattığımız külçe altınlardan bir sürü vardı. Ayrıca kağıtlar, evraklar, küçük mücevher kutuları kasanın siyah kadife kaplamalı içini adeta gelin gibi süslemişti.
Hanımağa bavulu ve çantayı işaret edince açtım. İçindeki paraları büyük bir itina ile kasaya doldurduk. Mevlüt’e verilecek iki milyon doları bavulda bıraktık. Kasanın içinde ayrıca çok sayıda tabanca ve mermi de vardı. Ancak bunlarla ilgili tek bir soru sormadım.
Hanımağa yeniden kapattı kasayı, anahtarı çekmeceye geri koydu. Perdeleri çekti. Ardından yanıma gelip sarıldı, dudaklarıma öpücük kondurup “Neden geldik buraya hiç sormadın!” dedi. “Sormadım hakikaten, niye geldik!” dedim. “Geceyi burada geçirmek için, birlikte sabaha kadar rahat rahat sevişiriz!” dediğinde “Sen kafa mı buluyorsun benimle, annenin evinde olacak iş mi bu!” dedim. Bu şekilde konuşmasına çok şaşırdım.
“Hadi anneni geçtim, hizmetçi kadın var, o ne olacak peki!” dediğimde “Onu gönderttim, ya sen ne acayip adamsın... Bırak şimdi bunları, yarın sabah burada nikahımız kıyılacak, annem imam getirtip nikahımızı kıydıracak... Onun için geldik buraya... Ben her şeyi ayarladım merak etme!” dediğinde hayretten ağzım açık kaldı.
“Ne ara ayarladın!” diye sordum. “Bugün... Sen Ceylan karısıyla otelde buluşmaya gittikten sonra... Benim için kendini feda etmeye hazır olduğunu gördüm, sensiz yapamayacağımı anladım... Annemi arayıp bu işi halledelim dedim... Ona daha önce anlatmıştım zaten... O da hizmetçi karıyı birkaç günlüğüne izne gönderdi... Bizim için ayarladı her şeyi... Sen merak etme, yarın sabah resmen karı koca olacağız aşkım!” dedi ve yeniden dudaklarımdan öptü. Karşılık verecekken “Hişş, annem aşağıda bekliyor bizi, yanına inelim, ayıp olmasın!” deyince beraber aşağı indik...
Annesi gecenin bu saatinde bizim için mutfakta sofra hazırlamıştı. Güzel bir kahvaltı masası kurmuş çay demlemişti. Hanımağa annesine bir ev kızı gibi yardım edip son hazırlıkları yaparken ben masaya oturdum. Benzinlikte yediğimiz kebabın üzerinden saatler geçmişti, kulüpte de epey içmiştik, o nedenle gece kahvaltımızı iştahla yaptık.
Annesi çok mutlu görünüyordu. Kızının benimle birlikte mutlu olması onu da mutlu ediyordu. Ancak sofrada da erkeksi tavırlarını sergilemekten çekinmiyordu. Herkese emirler yağdıran, insanların infaz emrini veren Hanımağa annesinin yanında süt dökmüş kediden farksızdı.
Kayınvalidemin ablası ikinci kayınvalidem olacaktı artık. Yıllar önce böyle bir şeyin başıma geleceğini biri söylese gülüp geçerdim ama şimdi gerçek oluyordu. Saat 03:00’ü geçerken müstakbel kayınvalidem uykusunun geldiğini söyleyerek kalktı. İkimize de iyi geceler diledikten sonra üçüncü kattaki kendi odasına geçti.
Hanımağa masadakileri dolaba koydu, sofrayı topladı. Elimi tuttu, beraber merdivenlerden ikinci kata çıktık. Biraz önce girdiğimiz odanın karşısındaki odaya girdik. Kapının yanındaki ışık düğmesine bastım. Bu odanın ışıkları da öbürüne benziyordu ama duvar diplerinde bu kez kırmızı ışıklar yanıyordu. Bir pavyon gibiydi sanki.
Ortada ikili büyük bir yatak, yanındaki duvarda büyük bir elbise dolabı, karşısında ebeveyn banyosu olan kocaman bir odaydı burası. “Annemin yanına geldiğimde bu odada kalıyorum, artık ikimizin odası burası!” dedi. Perdeler çekiliydi. Kapıyı kapattım.
Hanımağa siyah gömleğinin düğmelerini açtı tek tek, çıkarıp yere attı gömleği. Siyah dantel işlemeli sutyeni ile kaldıktan sonra beyaz pantolonunu indirip çıkardı. Krem renkli bir külot vardı altında. Arkasını döndü, külotun lastiklerini çekip götünün arasına soktu tanga gibi. “Nasıl oldu!” diye sorunca “Çok güzel!” dedim heyecanla. Ben de soyundum. Sutyenini çıkardım ama külotunu çıkarmasını istemedim. Şişkin memelerini kavradım ayakta, dudaklarını emdim, somurdum. Ardından meme uçlarını tek tek emdim, yaladım.
Sonunda Hanımağa “Yatağa girelim!” dedi. Ben yatağa girerken o da tavanın ortasında yanan sarı ışığı söndürdü, sadece duvar diplerindeki kırmızı ışık kaldı. Yanıma uzandı. Dudaklarımız kenetlendi hemen. Ellerim memelerinde, kalçalarında, karnında gezinirken kırmızı ışığın altında ateşli sevişmemiz başladı...
2 年 前